KANSER

Çernobil’den bu yana 20-25 yıl kadar geçti. O günlerin nasıl olduğunu hatırlıyorum. Endişeyle Çernobil’den gelen haberleri dinliyorduk. Geçenlerde bazı fotoğraflar gördüm. Fotoğraflara baktığımda, biraz yakından baktığımda, çok ilginçlerdi. En çok dikkatimi çeken şeyler oyuncaklar oldu. Oyuncak bebekler… Bebeklerin bazılarının yüzlerinin yarısı yoktu. İçleri boşalmış bebekler gibi görünüyordu. Belki zaten içleri boştu ama o kırık suratlarda, kirli ve acayip yılların tortusunu üzerinde taşıyan görüntüler beni çok etkilemişti. Yalnız onlar değil; fotoğraflara baktığımda dikkatimi çeken başka şeyler arasında boyalar da vardı. Binaların boyaları, yağlı boya yapılmış binalara ve yıllar içerisinde o boyalar yaprak yaprak kalkmıştı. Sanki ısı ile kavrulmuş gibi… Belki gerçekten de ısı ile kavruldular, bilmiyorum. Ama o zamanın geçişini, kirliliği, pisliği, kötülüğü son derece yakından anlatan bir şeydi boyaların öyle kalkması, renklerin solması.

Ağaçlar her yeri sarmış. Otlar her yeri sarmış. Eskiden insanların koşup oynadığı sokaklarda artık hiç kimse yaşamıyor. Bazen fotoğraf çekmeye gidiyorlar; bilim insanları gidiyorlar, özel giysiler giyerek Çernobil’e gidiyorlar. Ve şehrin içinde yaşayan herhangi bir canlı görmek mümkün değil; zor bir şey. Eskiden insanların yaşadığı, sevinçle yaşadığı, çoğaldığı, çocukların büyüdüğü, hayatın bütün canlılığıyla göründüğü bir şehirde, çürümenin ve ölümün bu kadar net bir şekilde gözükmesi… Dikkatimi çeken bir başka şey de kanser hastası çocuklar oldu. Radyoaktif etkinin sonucunda en çok, en fazla zarar gören kişiler çocuklar olmuş. Onlar ölmüşler. Sonra radyoaktif etkiye maruz kalan kadınlar ve erkekler… Evlendiklerinde onların çocukları olmuş ve bu çocuklar da hastalanmış. Onların bedenlerinde de radyoaktif etkinin izleri olduğu için doğan çocukları kanser hastası olmuş. Hasta doğmuşlar; vücutları eksik, çarpık, hastalıklı olarak dünyaya gelmişler. Gördükçe insan çok üzülüyor.

Sonra bizim Karadeniz’i hatırladım. O günlerin etkisiyle bizim Karadeniz’i hatırladım. Çernobil olduğunda, bulutlar göğe yükseldiğinde, radyoaktivite göğe yükseldiğinde neler olduğunu, ne olacağını tam bilemiyorduk. Ama bulutlara yükseliyordu. Pislik, ölüm, karanlık bulutlara yükseliyordu ve o bulutlar Karadeniz’e geldi. Bize “Bir şey olmaz” demişlerdi. “Yani, geliyor gidiyor, zaten önemli bir şey olmaz” demişlerdi. Radyoaktif bulutlar yağmur olup Karadeniz’in üzerine, bizim bölgemizin üzerine yağdıklarında ölüm oldular, yağdılar. Fındığın üstüne yağdılar, çayın üstüne yağdılar, tütünün üstüne yağdılar, halkın üstüne yağdılar, taşa yağdılar, toprağa yağdılar, orada yaşayan insanların üzerine yağdılar. Geride acı bıraktılar.

Dedim ya, Çernobil’den bu yana 20-25 yıl oldu. 20-25 yıl içerisinde Karadeniz’de… Acı çekmeyen, kanserden dolayı etkilenmeyen aile yok gibi, özellikle Doğu Karadeniz’de. Her ailenin bir sevdiği, bir üyesi, bir tanıdığı, yakını, çevresinden biri mutlaka kanser hastası oluyor. Kanser, insanı içten içe yiyip bitiriyor. Yalnızca hastalığı taşıyan kişiyi değil, çevresindeki insanlara da üzüntü, acı, keder getiriyor. Karadeniz’de sevdiğimiz, tanıdığımız, bildiğimiz birçok insan vefat etti. O günleri hatırlıyoruz da yağmurların yağdığı günler, bize “Bir şey olmaz” diyorlardı. Biz de “Bir şey olmaz” dedik, inandık. Çay demledik, oturduk, içtik. Hatta bize, bu çaylardan bir problem olmaz diye televizyona çıkıp gösteri yapan bakan da yıllar sonra kanser oldu. Ona da üzüldük. O da bilmiyordu çünkü sonunun ne olacağını. Bir sürü insan bu hastalıklardan dolayı rahatsız oldu, öldü. Hastalıkla yaşamak, kanserle yaşamak aileler için oldukça yıpratıcı oluyor. İlk önce hastalığın adını duyduğunda insanlar ürperiyorlar. “Kanser mi? Eyvah, kesin ölüm geldi” diye. Artık öyle değil. Elbette birçok kanser vakasından insanların kurtulduklarını görüyoruz. Bir şekilde doktorların yardım ettiğini görebiliyoruz. İlaçların ve tıbbın yardım ettiğini görebiliyoruz. Tanrı, bir yandan tıbbın gelişmesine olanak sağlıyor.

O nokta gelişiyor. Doktorlar için Tanrı’ya şükrediyoruz. Tanrı’nın onları bereketlemesini istiyoruz ki daha çok kişiye şifa versinler. Ama tek çözüm merhamet eden Tanrı’dır; doktorlar değil, Tanrı’dır. Tanrı, hastaların hayatında önemli şeyler olmasını, iyileşme ve bereket olmasını istiyor. Tanrı, insanların hastalıkla kalmasını değil, iyileşmesini ister. İnsanların hayatında şifanın olmasını ister. Bu hastalıklar, ister kanser olsun, ister AIDS olsun, ister başka bir hastalık olsun, hiçbiri insanların hayatı için son ölüm mührü değildir. Tanrı insanlara sağlık vermek istiyor.

Bakın, bir örnek var. Eskiden, Luka 8. bölümde ne olmuş? İsa yeryüzünde hizmet ederken, yaşarken, Luka 8. bölümde görüyoruz 43-48. ayetler arasında. İsa yolda giderken bir hastanın yanına gidiyor. Aslında o sırada şunlar oluyor: İsa oraya giderken kalabalık onu her yandan sıkıştırıyordu. 12 yıldır kanaması olan bir kadın da oradaydı. Varını yoğunu hekimlere harcamıştı ama hiçbiri onu iyileştirememişti. İsa’nın arkasından yetişip giysisinin eteğine dokundu ve o anda kanaması kesildi. İsa, “Bana kim dokundu?” dedi. Herkes inkâr ederken Petrus, “Efendimiz, kalabalık seni çepeçevre sarmış, sıkıştırıyor” dedi. Ama İsa, “Birisi bana dokundu; içimden bir gücün akıp gittiğini hissettim” dedi. Yaptığını gizleyemeyeceğini anlayan kadın titreyerek geldi, İsa’nın ayaklarına kapandı. Bütün halkın önünde ona neden dokunduğunu ve o anda nasıl iyileştiğini anlattı. İsa ona, “Kızım,” dedi, “imanın seni kurtardı. Esenlikle git.”

İsa, kalabalık bir yerde bir hastanın yanına gidiyor, ona şifa vermek için… O kalabalığın içerisinde ilerlerken, her yerden insanlar onu sıkıştırırken, kendisinden bir gücün akıp gittiğini hissetti. Çünkü yıllardır kanaması olan bir kadın, o kalabalığın içinde İsa’ya dokunmak, ona yaklaşmak istemişti. Arkadan gizlice yaklaştığında, dokunduğunda, İsa’dan akan şifa gücü onu iyileştirmişti. Uzun yıllardır hasta olan, 12 yıldır kanaması olan bir kadından söz ediyoruz. Birçok doktora gitmiş, çok uzun süredir hasta… Artık doktorların ona yardım edemeyeceğini düşünüyor olmalı. Birçok doktora gittiğine göre, o zamanki tıbbın sağladığı tüm olanakları değerlendirmiş olmalı. Gerçekten de tıbbın sağladığı bütün olanakları değerlendirmeliyiz. Tanrı bize tıbbı, bilimi bu yüzden verdi. Ama bunu yaparken aynı zamanda Tanrı’nın olağanüstü bir şekilde hayatımıza müdahale edebileceğini de düşünmeliyiz.

Kanser ya da başka bir hastalık, hayatımıza konmuş bir son nokta, bir kader ya da lanet olarak bizi yere serecek bir karar değildir. Tanrı’nın bizim için kararı yaşamdır. Tanrı, bizim yaşamamızı ister. 2000 yıl önce İsa Mesih insanlara nasıl şifa verdiyse, şimdi de şifa vermek istiyor. İncil’de şöyle yazar: İbraniler 13. bölüm 8. ayet, “İsa Mesih dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır.” 2000 yıl önce bu kadını iyileştiren İsa Mesih, bugün de insanları iyileştirmek ister, sizi iyileştirmek ister, sizin hayatınızda etkin olmak ister. Ama siz de elinizi İsa’ya uzatmalısınız. Bu kadın o kalabalığın içinde ilerlerken, insanlar İsa’yı her taraftan sıkıştırırken, utanarak, çekinerek, kimseye göstermemeye çalışarak İsa’ya dokundu. Aslında yaptığı şey yanlıştı, çünkü kadının kanaması vardı. Kanamalı kadınlar, o dönemin kültürüne göre – bazı yerlerde hâlâ öyle – dinsel açıdan kirli sayılırdı. Eğer bir kadının kanaması varsa, başka bir insana dokunursa, o da o kirlilikten etkilenirdi; onun ruhsal temizliği bozulurdu. Dolayısıyla kanaması olan kadınlar kimseye dokunmazlardı. Ama bu kadın, kuralı bozma pahasına, insanların ne diyeceklerine aldırmadan, umutla, “Kural bozulsa da, kirliliği bulaştıracak da olsam, ben İsa’ya dokunacağım; elimi uzatacağım,” dedi. Çünkü İsa’da hayat vardır; İsa, insanların hayatına kendi yaşamından vermek ister. Ölümü uzaklaştırıp yaşam vermek, hastalığı uzaklaştırıp bereket vermek ister. Kadın o kalabalığın içinde kimseye göstermeden, fark ettirmeden, İsa’nın eteğine dokundu. Elini imanla uzattı, “Eteğine dokunsam bile beni iyileştirir.”

İnsanlar öyle törenler yaparlar ya, özel bir dua töreni; dini liderin önüne giderler, onun kim olduğu fark etmez, hangi dine mensup olduğu fark etmez; bir tören yapar, yazılar yazar, sular hazırlar, “Bunları alırsan iyileşebilirsin” diye. Bu kadın öyle şeyler yapmadı, İsa’nın öyle şeyler yapmasını beklemedi. Kadın sadece, “Ayağına dokunsam, dokunabilsem, o iyileştirir,” dedi. Yüreğinde bir inanç vardı. İsa’ya dokundu ve İsa’dan enerji aktı; kadın iyileşti. Çünkü İsa şifa verir, insanların hayatına bereketini verir, iyileştirir. Hastalık ne olursa olsun; ister 12 yıldır geçmeyen bir hastalık olsun, ister doktorların çare bulmadığı bir hastalık, ister kanser, ister AIDS, dönemin en korkunç hastalığı olsun, İsa şifa verebilir. Elinizi uzatmanız gerekir. Elinizi uzatıp, “İsa, eteğine dokunsam, iyileşirim” tutumuyla, öyle bir yürekle İsa’ya yaklaşmak gerekir. İsa şifa verir; size şifa vermek ister. Onun için hiçbir şey imkânsız değildir; her şeyi yapabilir. Bu, boş bir laf değil. Tanrı’nın gücünün her şeye yettiğine inanıyordu ve Tanrı gerçekten de iyileştirebilir.

İncil’de bir başka yerde İsa hakkında şöyle der: Matta 8. bölüm, 17. ayet. Eski peygamberlerden, Peygamber Yeşaya’nın İsa’dan 700 yıl önce yazdığı bir sözden bahseder. Diyor ki: “Zayıflıklarımızı o kaldırdı, hastalıklarımızı o üstlendi.” İsa Mesih, bizim zayıflıklarımızı çarmıhta kendi üzerine aldı, hastalıklarımızı kendi üzerine aldı.

Günahtan kaynaklanan her türlü hastalık, İsa Mesih sayesinde çarmıhta ortadan kaldırıldı. İsa Mesih, çarmıhın sağladığı şifayı insanlara iletmek istiyor. Çernobil, insanların günahları nedeniyle patladı. Eğer ihmal etmeselerdi, doğru teknolojiyi kullansalardı, gerekli önlemleri alsalardı, Çernobil’de öyle bir şey olmazdı. Bazen insanlar soruyor, “Tanrı neden insanların cilt kanseri olmasına, çocukların hastalanmasına izin veriyor?” diye. Tanrı aslında insanların bu hastalıklara yakalanmasını istemiyor. Ancak insanların sorumlulukları var. Günahları, başka insanların hayatları üzerinde olumsuz etki yaratıyor. Çernobil, ozon tabakasının delinmesi, suların kirlenmesi — tüm bunlar açgözlülükten, hırstan, ihmallerden, yani günahtan kaynaklanıyor.

İsa Mesih, günahın bütün sonuçlarını ortadan kaldırmak ister. Hayatımızın başka insanların günahları nedeniyle bozulmasını, hasta olmasını istemez; bize şifa vermek ister. Bunun için hayatımıza dokunup onu kendi ellerine alıp değiştirmeyi arzular.

Düşüncesiz, ahlaksız, sorumsuz insanlar, birçok insanın — yüzlerce, binlerce, on binlerce insanın ve bu sayı giderek artıyor — hastalanmasına, kanser olmasına, ölmesine sebep oldu. İsa Mesih, şimdi bu programı izleyenler ve onların sevdikleri için etkin olmak istiyor. İnsanların hayatlarında değişim yaratmak istiyor. Yalnız şimdi değil, her zaman bunu istiyor. Ama şimdi ona bakıp, ondan yardım isteme şansımız var. İsa Mesih, çarmıhta öldü ki sizin yaşamınızda şifa olsun. Zayıflıklarımızı o üzerine aldı ki bizim yaşamımızda güç olsun. Hastalıklarımızı o üzerine aldı ki biz iyileşelim. O öldü ki biz yaşayalım.

Bu nedenle İsa Mesih’in çarmıhta yaptığı şeyin bizim hayatımızda da gerçekleşmesini isteyebiliriz. “Ya Rab, madem bunları yaptın, hadi, hadi uzat bize; şifanı, iyiliğini, hayatını bizim hayatımıza kat,” diyebiliriz.

İsa öldü; üç gün sonra dirildi. Ona iman eden herkesin sonsuz hayatı olsun diye. O yalnızca hastalıkları iyileştirmek için ölen bir kahraman değil. O, sonsuz hayata sahip olan Rab’bin ta kendisidir. Rab’bimiz, Efendimiz İsa, sizin hayatınıza şifanın gelmesini istemektedir. Onun dirilişinde sahip olduğu kudret — onu ölümden dirilten kudret — bugün sizin hayatınızda şifa olarak görülebilir.

Şimdi size dua edeceğim. Eğer bu dua vesilesiyle hayatınızda şifa alırsanız, lütfen bize yazın. Hayatınızdaki değişiklikleri bizimle paylaşın. Eğer sorularınız varsa, daha fazla şey öğrenmek istiyorsanız da bize yazın. Kutsal Kitap’ı daha iyi anlamak, okumak istiyorsanız ve Kutsal Kitap’ınız yoksa bize yazın; size ulaştırmaya çalışırız. Sorularınıza cevap vermeye çalışırız. Ancak özellikle beklediğimiz cevap şu: Şimdi dua edeceğiz ve aldığınız şifaları işitmek istiyoruz. Hadi, dua edelim.

Ya Rab, şimdi bu ekranlarda beni izleyenler için dua ediyorum. Rab, onların hayatını biliyorsun. Kendileri ya da yakınları, sevdikleri biri bir hastalığa sahip olabilir. Bu kanser olabilir, radyoaktivitiden kaynaklanan bir hastalık olabilir veya başka bir hastalık olabilir. Ya Rab, senin gücün bütün hastalıkları iyileştirmeye yeter. Sen çarmıhta bizim hastalıklarımız için öldün; hastalıklarımızı üzerinde taşıdın. Dolayısıyla, Rab, sana yalvarıyoruz. Şimdi bu yayını izleyen ve düşünen, hastalık için sana şifa bekleyerek yaklaşan, elini uzatan herkes için dua ediyoruz. Rab, onlara şifa ver, iyileştir. Onların hayatında ölümün her türlü gölgesini ortadan kaldır diye dua ediyorum. Ya Rabbi İsa, senin kudretini, seni ölümden dirilten kudretini bu insanların üzerinde göster. Dirilt diye dua ediyorum; hayat ver diye dua ediyorum. Yaralarını temizle, onar diye dua ediyorum. Gücünü göster Ya Rab, gücünü göster; elini uzat. O çocuklar hastalık içinde kalmasınlar; elini uzat. İsa Mesih’in adıyla. Amin.

Evet, duamı işittiniz. Gerçekten de İsa şifa verir. Bugün sizin hayatınıza şifa vererek dokunmak istiyor. Elinizi ona uzatın, elinizi ona uzatın. O elinizi asla boş çevirmeyecektir.