DOĞA BİZİM EVİMİZ

Doğa Tanrı’nın Bize Bir Emaneti

’RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.’’
(Yaratılış 2:15)

Son zamanlarda Türkiye’de, birçok gerekli alanı çok güzel bir dille eleştiren şarkılar, binlerce insanın düşüncelerini sesli hale getirdi. Kanımca, bu tarz şarkıların türünün Rap* olması hem daha fazla konuya değinilmesini hem de Rap’in insanlarda uyandırdığı duygularla harmanlanarak, olumlu bir harekete geçişi sağlıyor. Ki yine kanımca, ortaya konulan alanların biraz daha ciddiye alınması için, bu çok güzel bir tercih.

Bu tarz şarkıları her dinlediğimde, söylemek istediğim ne çok şeyin olduğunu tekrar tekrar fark ediyor, söyleyen kişilerin bunu ne kadar iyi yaptığını görüp mutlu oluyorum. Her kelimesine katılmasam da, çoğunluğuyla aynı fikirde olduğum bir şarkının dile getirdiği doğa ve kuraklık üzerine odaklanmak istedim ben de. Bu nedenle makalenin başına eklediğim ayeti tekrardan hatırlatmak istiyorum: ‘’RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.’’ (Yaratılış 2:15)

Tanrı dünyayı özenerek, değer vererek, bir sanatçı gibi derin derin çalışarak ve severek yarattı (Yaratılış 1). Ellerinin eseri olan dünyaya baktı ve yarattıklarından büyük bir memnuniyet duydu. ‘’Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü.’’ (Yaratılış 1:31) Ayrıca Tanrı insana, yarattığı bütün canlı ve cansız varlıklar üzerinde hakimiyet de verdi. “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak.’’ (Yaratılış 1:28-29)

doğa

Doğa bize Tanrı’nın bir armağanı ve emanetidir

Doğa’ya Sahip Çıkmak Kutsal Bir Görev

Tüm bu sözlerden de anlayabileceğimiz üzere, Tanrı dünyayı ilk yarattığında ve günah daha dünyaya girmeden önce; dünyaya sahip çıkması, koruması, denetlemesi ve bakması için insana emanet etti. İnsan ilk günahı işlediğinde, günah insan bedenine girmedi, dünyaya girdi. Bu nedenle dünyada bulunan her varlık, günahın üzerindeki etkisini hissetti. Nehirler kurudu, buzullar eridi, ağaçlar yıkıldı, volkanlar patladı, yeryüzü sallandı, canlılar birbirini yemeye başladı ve insanoğlu işlediği ilk günahla kendisine emanet edilen doğaya verebileceği en büyük zararı yeterince verdi. Zaten yapabileceğimizi ta o zamandan yaptık. Aslında devamında, bize emanet edilen bu dünyaya iyi kahyalar olarak sahip çıkmamız gerekirdi. Ama biz insanlar olarak hala ne yapıyoruz? Kendimizi o kadar üstün görüyoruz ki zaten verdiğimiz zarar yetmiyor, daha fazlasını veriyoruz.

Doğa ve hayvanların ölümü

Doğaya Ne Yapıyoruz?

Orman yangınları çıkarıyoruz, bilinçli veyahut bilinçsiz; ağaçları kesiyoruz, gerekli ve ya gereksiz; denizlere, derelere, nehirlere onların içinde olmaması gereken ne varsa atıyoruz; ki bunun mantıklı hiçbir açıklaması dahi olamaz. İnsanoğlu bir saniye durup düşünüyor mu, elindeki şişeyi denize attığında, bunun sonucunun ne olacağını? Hayır. Bilseydi de, yapmaktan vazgeçer miydi bazıları? Kim bilir.

Anlamamız gereken şey şu: doğa bizim çocuğumuz. Ona gözümüz gibi bakmalıyız. Çünkü ağaçların kesilip, arazilerin yakılıp, nehirlerin kurutulup yapıldığı o çok lüks evlerimiz yokken; doğa vardı. Bana öyle geliyor ki, bir gün yine doğadan başka bir evimiz olmayacak. O gün bugün olsun, doğa bizim evimiz olsun. Yere çöp atıp dört duvarımızın arkasına sığınmayalım. Yangınlar çıkartıp görmemek için perdelerimizi kapatmayalım. Sokakta aç gezen hayvanları, kendi başlarının çaresine bakmaları için bir başlarına bırakmayalım; çünkü onlar bize emanet! Sadece çocuğumuzun karnını doyurmaktan değil, her bir canlının o gün tok uyumasından, her birimiz sorumluyuz; bunu artık anlayalım.

Alışveriş merkezleri bizim nefes alanımız değil. Oksijenimizi kafeler üretmiyor. Medeniyetleşmenin binalaşmak olduğu algısından sıyrılalım artık. Medeniyet bizim düşüncelerimiz, inançlarımız, davranışlarımız, sözlerimiz ve bakışlarımızdır. Oturduğumuz evler, altımızdaki arabalar, cebimizdeki telefonlar ya da üzerimizdeki giysiler değil. Bir insanın insan olduğunu bunlara bakarak anlayacak hale gelmiş, kör bir zihniyet yetişmesin ardımızdan. Bu nedenle zaten yetişmiş olanlara çok rol düşüyor. Anne-babalara; çekirdek aileye, öğretmenlere, eğitim sistemine, sokakta her bir çocuğun gördüğü her bir bireye rol düşüyor. Biz nasıl davranırsak, sonraki nesil öyle geliyor. Sizce de biz, bugüne kadar dünyayı yeterince zarara uğratmadık mı?

Bombalar, savaşlar, nükleer silahlar…

İnsanoğlunun ürettiği her şeyle, kişisel çıkarlar uğruna hem insanı hem de doğayı yeterince öldürmedik mi? Ardımızdan gelen nesil de mi bunları, hatta daha kötülerini yapsın? Hayır! Çocuklar parklarda büyümeli, hatta ormanlarda. Denizlerde yüzerek büyümeli, dağlara tırmanmalı, kırlarda koşmalı. Çünkü insanoğlu; çocuk, doğanın bir parçası. Kurutmaktan, deşmekten, üzerine taşımakta zorlandığı binalar yapmaktan vazgeçmediğimiz o toprağın bir parçası. Çocukları da öyle kurutuyoruz aslında, görmüyoruz. Ve bu körlüğümüzün sonucunda bir kız çocuğu, oynadığı parkı temizlerken, sonuna kadar hakkı olan bir isyanını dile getiriyor, ‘’Burası çocuk parkı, sigara kutusu ne arıyor burda?’’.

Söylemek istediğim daha çok şey var, ama kısacası şunu demek istiyorum: bastığımız her toprak; artık toprak olmayan bile, içtiğimiz her su; pislettiklerimiz de, aldığımız her nefes; içine kim bilir hangi gazlar karışmışsa da, yüzdüğümüz her deniz; çöplerimizle karışanlar dahil; hepsi ama hepsi bize emanet. Onlara sahip çıkmalı ve iyi bakmalıyız. Anlamamız gereken ilk şey bu. İkincisi de, bunları bizden sonra gelen nesile, sadece kendi çocuklarımıza değil; bizi gören her bir çocuğa öğretmemiz gerektiği. Sözlerimizle değil, eylemlerimizle. Nereden geldiğimizi unutmayalım. Çünkü bu bedenler sadece, geldikleri yere dönecekler.

‘’Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.” (Yaratılış 3:19)

Esen Kalın.

____________________________________
*Rap: Hip-hop dansının müziği, bir yere hafifçe vurmak, ani ve güçlü bir şekilde bir şey söylemek.