TANRI NEREDE? NEDEN TANRI’YI GÖREMİYORUZ?

Acı Çekilirken Tanrı Nerede?

Dünya acılarla ve çektiği acıları kimsenin anlamadığını düşünen insanlarla dolu. Bazen, acı ve sıkıntı yaşayan tek kişi olduğunu, kendisi dışındaki bütün insanların mükemmel hayatlar yaşadığını ve hatta dünyadaki herkesin kendisine acı çektirmek için anlaştığını düşünebiliyor insan. Anlamamız gereken şey şu, dünyada kötülük hakim oldukça; acı çekmek hep olağan bir şey olacak ve bu gerçek, acının hissettirdiklerini asla hafifletmeyecek.

Hep söylemeyi sevdiğim bir söz vardır, ‘’Zamanla değil, Rab’le’’. Birçok kişinin sandığının aksine, zaman yaralarımızı iyileştirmiyor. Zaman bize şifa vermiyor, iyi gelmiyor. Sakinleştirici bir etkisi olduğu doğru. Ama yaşadığımız acıyı besleyecek ufacık bir hamle, her şeyi zaten hiç gizlenmemiş olan yuvasından geri çıkarıyor. Hem de biriktirdikleriyle birlikte. Bu nedenle ortada bir acı varsa, tedavisi zaman değildir. Tedavisi arkadaşlar, aile, iş, makam, para; hiçbiri değildir. Tanrı bir yere kadar bunları da kullanır tabi. Ama asıl olay bunlar değildir. Şifayı asıl veren Tanrı’dır.

Allah nerede

Önemki Soru: Acı Çekilirken Tanrı Nerede?

Günah Dünyaya Girdi

Bazılarınızın, ‘’Dünyada bu kadar sıkıntı varken, kimse bana Tanrı’dan bahsetmesin. Bizler O’nun umrunda bile değiliz.’’ dediğini duyar gibiyim. Belki de bu ses, bazen benim de benliğimden gelen bir sestir. Nereden gelirse gelsin, bu düşünce doğru değil. Bunu fark ettiğim zaman bildiğim, inandığım gerçekler su üstüne çıkıyor ve bu yalanı bastırıyor. İşte o gerçekler:

Adem ve Havva, o çok sevgili meyveyi yediklerinde, günah onların bedenine girmedi. Günah, dünyaya girdi. Bu nedenle dünyada bulunan her şey de, ilk günahtan nasibini aldı. O günden bu güne değişmeyen şeylerden birkaçı, insanların şeytanın oyunlarına; Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi (Yaratılış 3:4) ve kendi benliklerine; Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü (Yaratılış 3:6) uyarak işledikleri günahlar yüzünden Tanrı’yı suçlamalarıdır; Adem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim” diye yanıtladı. (Yaratılış 3:12). İlk günah işlendi. Şeytan ilk yalanını söyledi. Kadın ilk itaatsizliğini etti.

Adam ilk kez Tanrı’yı suçladı. O günden bugüne kadar, bu hala böyle devam etmektedir. İnsanlar şeytanın yalanlarına ve kendi iradelerine uyarak günah işliyorlar. Savaşlar başlatıyor, güç elde etmek istiyor, çocukları satıyor, kadınları tecavüz ediyor, adamlara işkence ediyor, insanları aç bırakıyor ve dahası; artık bunu herkes herkese yapıyor. Ardından bütün dünya toplanıp tek bir ağızdan göklere haykırıyor, ‘’Tanrı bizi unuttu! Tanrı bizi umursamıyor! Bizi sevmiyor! Tanrı dünyanın acılarını görmüyor! Buna izin veriyor! Tanrı suçlu!’’ Ama kimse aynaya bakıp sormuyor, ‘’Ben ne yapıyorum?’’

Peki Tanrı Nerede?

İnsanın insana yaptığının kaynağını anlıyorsunuz belki, şeytan ve benlik. O zaman da şu sorular geliyor, ‘’Peki ya doğal afetler?’’ Bu da bizi başta verdiğimiz cevaba götürüyor, günah insana değil; dünyaya girdi. Bu nedenle insan ilk itaatsizlik ettiği andan itibaren, bütün dünya ölmeye başladı. Toprak, su, hava bile. Ağaçlar, göller, yağmurlar bile. Artık hiçbir şey Tanrı’nın yarattığı mükemmel halinde değil, her şeye, günah bulaştı. Tanrı’nın en mükemmel yarattığı insana bile, hatta en çok da ona.

Bu nedenle acı çekiyoruz. Bu nedenle dünyada pislik, zorbalık, sapkınlık, acı ve öfke var. Peki tüm bunlar varken, Tanrı nerede? Tamam, belki bizler günahlıyız ve yaptığımız şeylerin bedelini ödüyoruz. Belki biz dünyayı bu hale getirdiğimiz için bu acıları yaşıyoruz. Ama yine de, O koskocaman Tanrı değil mi? Yine de biz çocuklarına acıması, bizlere bakması gerekmez mi? Peki biz acı çekerken, Tanrı nerede? Bu ağır soruya verebilecek süslü cevaplarım var. Ama ben size, hayatım boyunca asla unutamayacağım bir cevabı vereceğim. Çok acı çektiğim ve Tanrı’nın nerede olduğunu sorguladığım zamanlarda karşıma çıkan çok değerli bir cevabı, Ziya Meral verdi:

‘’Yoruldum; saçmalamaktan, acıdan, düş kırıklıklarından. Dönecek bir yol, bir umut kalmadı. Acaba Tanrı eğleniyor muydu benim tüm gücümün kırılışıyla da? Buradaki savaş, ‘Kim daha dayanıklı?’ mıydı? Ağlıyordum. Ellerimle kapatıyordum yüzümü. Tanrı zevk almamalıydı galibiyetten. Haz vermemeliydim O’na yenildiğimizi izlemekten. Ellerimi sıktım, kocaman bir yumruktu. Yüzleşme vakti gelmişti artık O’nunla. Tanrı’ya yüzümü döndüm tüm nefretimle, tüm yenilmişliğimle, ‘Kazandın!’ diyebilmek için. Tanrı’nın yüzünü aradım. Gözlerim, O’nun sonsuz gözlerini buldu ve Tanrı ağlıyordu. Ellerinde gözyaşlarım vardı.’’ (Bknz. Ve Tanrı Ağlıyordu syf. 15-16)